İzmir Atatürk Organize Sanayi Bölgesi
Adres: M. Kemal Atatürk Bulvarı No : 42 35620 Çiğli / İZMİR

Telefon::(232) 376 71 76
Faks::(232) 376 71 00

Harita

Ya Yenileneceğiz Ya Da Yenileceğiz

İAOSB online seminerler dizisinin bu ayki konuğu, Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Yaşar Uysal oldu. Uysal, “COVİT-19 sonrası düzen ve ekonomi” başlıklı sunumu ile değerli veriler paylaştı.
 
Seminer sunumuna küreselleşme ile ortaya çıkan tarım toplumu, ardından gelen sanayi toplumu ve son olarak içinde bulunduğumuz bilgi toplumunun dinamikleri hakkında bilgi vererek başlayan Uysal; COVİT-19 öncesindeki dünya ve Türkiye ekonomisinin durumunu rakamlar ile değerlendirdi. Uysal, seminerin son bölümünde COVİT-19 ve sonrasına ilişkin görüşlerini aktardı.
 
Türkiye’nin pandemi sürecine dış ticaret açığı, bütçe açığı ve tasarruf açığı ile yakalandığını bildiren Uysal, pandeminin başladığı dönemde ülkede 2018 yılında yaşanan kur şokunun etkisinin tam anlamıyla atlatılamadığını söyledi. Geçen yerel seçimler nedeniyle bütçe dengelerinin bozulduğu, dış kaynak girişinde ise daralma sürecinin yaşandığı dönemde salgının baş gösterdiğini ifade eden Uysal, “Bu dönemde aynı zamanda yüklü bir borçlanma ve dış ödeme yükü vardı. İflas, konkordato gibi enstrümanlar çokça kullanılır olmuştu. Kurlarda bir artış beklentisi vardı. Merkez Bankasının rezervleri azalma ivmesindeydi. Büyüme inşaat sektörü ile sağlanıyordu. 2019 yılında ekonomi binde 9 büyüyebilmişti. Kısacası 2020 yılına belli zorluklara hazır olarak girilmişti” dedi.
 
Aynı süreçte dünyada küresel ticaret ve kur savaşlarının verildiğini hatırlatan Uysal, özellikle küresel işbirliği ve çok taraflı çözümlerin azaldığı bir dönemin başladığını söyledi. Uysal, değerlendirmelerini şöyle sürdürdü:
 
“Pandeminin baş gösterdiği süreçte uluslararası ticarette  korumacı eğilimler artıyordu. Dünya ekonomisi ve ticareti daralıyor, hatların kırılganlıkları artıyordu. Ekonomik güç sanayileşmiş batı ülkelerinden, yeni ekonominin yükseldiği doğuya kayıyordu. Batı uzun süredir uzak durduğu üretime tekrar dönmek ve üretim üssü olmak istiyordu. Demografik ve teknolojik değişim hızı tarihi bir dönemeçten geçiyordu. ABD, çalışanlar ve şirketlerin ABD’de kalmalarını, iş yaratmalarını, burada ödeme yapmalarını sağlayacak yeni bir ekonomi için ticaret politikalarının doğasını yeniden şekillendirme çabası içindeydi. Diğer yandan ise Çin; yeni bir küresel açılım yapıyor; 21 trilyon dolara dayanan güzergahta 65 ülkenin maddi ve kültürel zenginleşmesine yönelik ‘Bir Kuşak ve Bir Yol’ projesini hayata geçiriyordu.
 
Bu şartlarda başlayan pandemi ile öncelikle sosyal bir şok yaşandı. Hastalık korkusu ve alınan önlemler neticesinde evde kalma dönemi başladı. Salgın ile birlikte sağlık bütçesinde büyük bir artış oldu. Tedavi giderlerinin yanında, kapasitenin yatak, makine, teçhizat bakımından artırılması ciddi bir yatırım bütçesi getirdi. Üretimde ise ani şok duruş ile eşzamanlı olarak arz-talep şoku ve ulusal-küresel ekonominin çöküş şartları oluştu. Finansal piyasalarda ciddi bir sıkışma yaşandı. Kapatılan sınırlar ile duran ulaşım, tedarik zincirlerinde yaşanan kopuşlar, ülkelerinin kendi vatandaşlarının sağlığına yönelik aldıkları tedbirlerin ekonomik yansımaları ortaya çıktı.
 
Bu durum kimsenin beklemediği bir gelişmeydi. Bu yüzden nedenler bir kenara bırakılarak, sonuçların kontrolüne çalışılıyordu. Daha çok genişletici para, kredi ve maliye politikalarına dönüldü. Karşılıksız yardımlar gibi sosyal politika enstrümanları devreye sokuldu. Kredi kanalları açılmaya ve güçlendirilmeye gayret edildi. Borç öteleme ve yapılandırmaları gerçekleştirildi.
 
Türkiye’de ise vergilerde erteleme, nakit ve KGF destekli krediler, mücbir sebep uygulaması, işten çıkarma sınırlandırması, icra takiplerinin durdurulması, temettü dağıtımının sınırlandırılması, kısa çalışma ödeneği, ücretsiz izin uygulaması, işsizlik sigortasının kullanılması, uzaktan çalışma, sosyal transferde artış, düşük gelirlere kredi desteği ve kayıt dışı çalışanlara yönelik yeni imkanlar gibi önlemler devreye alındı.  
 
Bu dönemde TCMB; tahvil alımı yoluyla likidite arışına gitti. Yani ‘Bol TL’ sağlanmaya çalışıldı. Politika faizlerinin düşürülmesi ile ‘Ucuz TL’ sağlandı. Bankalara kredilerde kullanmaları için uygun fonlama imkanları sunuldu. Kredi büyümesiyle ilişkilendirilmiş zorunlu karşılıklar uygulaması revize edildi. Aktif Rasyosu uygulaması devreye sokuldu.
 
Yine bu dönemde döviz piyasasına yönelik düzenlemeler yapıldı.  Merkez Bankası, döviz satışı yolu ile döviz kurlarını kontrol etmeye çalıştı. Döviz ve altın alımında yüzde 1’lik vergi uygulamasına geçildi. Döviz alımlarında valör uygulanmaya başlandı. Yurt dışına yönelik TL kısıtlaması ve 5 bini aşkın mala geçici ithalat vergileri getirildi.
 
Devreye alınan bu uygulamalar, beraberinde bazı endişeler de yarattı. Kredi artışı geleceğe yönelik borç krizi yaratabilir mi? Krediyi gerçekte ihtiyacı olan da olmayanda kullanıyor. Kullanılan kredilerin bir kısmı döviz talebine dönüşebiliyor. Kur artışını engellemek isteyen Merkez Bankası rezervlerini eritiyor. Bu durum dış borç ödeme programının yoğunluğu nedeniyle kur artış beklentisini de artırıyor. Devlet kur artışlarını kontrol etmek için olağan dışı/ piyasa karşıtı önlemlere başvurabiliyor. Piyasa ekonomisi dışı önlemler yabancı sermaye girişini olumsuz etkiliyor, hatta çıkışına yol açıyor. Bütün bunlar ülkeye ilişkin risk/güven algısını olumsuz etkilemektedir. Bu durum ise dış borçlanmanın maliyetlerini artırdığı gibi SWAP gibi borçlanma kanallarını da değiştiriyor.    
             
Yaşanan bu ortam beraberinde bazı riskleri de barındırıyordu. Örneğin; kurlarda yükseliş olasılığı, enflasyonda sıçrama olasılığı, faizlerde zorunlu artış olasılığı gibi risklerin yanında, borsa/reel ekonomi alanında ortaya çıkan şişkinliğin kötü sonuçlanması, kredilerde geri ödeme oranlarının düşmesi, banka bilançolarının bozulması, borç krizi yaşanması, artacak işsizliğin yaratacağı sorun ve riskler...  Bu arada kafamızın arkasında bekleyen bir erken seçim olasılığı da bu risklerden sayılabilir.
 
Ayrıca, sosyal devletin güçlenmesi zorunluğu, piyasa/devlet dengesinin yeniden tanımlanması, deregülasyonlar yerine regülasyonların etkin olması, olabilecek iflas ya  da el değiştirmelere hazırlıklı olunması, şirket birleşmeleri ve artacak yoğunlaşmanın takibi, insan-doğan-üretim dengelerinin tekrar değerlendirilmesi ve kurgulanması, tarım ve tarıma dayalı sanayinin öneminin artması, sağlık hizmetlerinde, ilaç ve aşı alanında Ar-Ge’nin öneminin artması, talep deseninde oluşabilecek değişikliklere hazırlanılması, üretim ve lojistik denkleminde çevre duyarlılığının artması, yakında tedarik ve ekonomik adacıkların oluşması, dijitalleşme ile iş yapma ve üretme düzleminde yaşanacak değişiklikler de göz önüne alınmalıdır.     
 
Elbette bu durumdan çıkmak için yapılacak pek çok şey var. Örneğin; komşu ülkeler, AB ve ABD ile ilişkiler düzeltilebilir. Kamu dengeleri ve bütçedeki bozulma, tasarruf yoluyla iyileştirilebilir. Parasal genişlemenin nasıl ve hangi takvimde tersine döndürüleceği açıklanabilir. Vadesi gelecek dış borçlar için özellikle de reel sektörün borçları için çözüm üretilmelidir. Kamunun yeniden yapılanması sağlanabilir. Yatırım iklimini destekleyici adımlar atılabilir. Kurallarda öngörülmeyen değişimlerden uzak durulmalıdır. Kamu politikalarında öngörülebilirlik düzeyi artmalı, şeffaflığa özel önem gösterilmelidir. Bağımsız kurumların bağımsızlık algısı güçlendirilmelidir. Sivil Toplum Örgütleri, süreçlere daha aktif katılmalıdır. Ancak hiçbir şekilde piyasa ekonomisinin işleyiş ilkelerinden sapılmamalıdır.
 
Sürdürülebilirlik, kapsayıcılık ve döngüsel ekonomi anlayışının güçlenmesi, kapitalizmin devamı için hem ülke içlerinde hem de küresel boyutta borçların yeniden yapılandırılması, yeni ve daha insanı bir toplumsal sözleşme arayışı, rasyonelleşme kartellerinin zorunlu hale gelmesi, tedarikçi-üretici-tüketici işbirliğinin geliştirilmesi, kayıt dışı istihdamın ve işlemlerin azaltılması, firmaların yedek akçe konusuna daha ciddi bakması, küresel istikrar için yeni kurumların ve fonların oluşması beklentileri mevcuttur. Bu dönemde kartlar yeniden dağıtılacak ve güven her zamankinden daha önemli hale gelecektir. Dinamikleri çözen ve uyum sağlayanlar ayakta kalacaktır.
 
Sorumuz, ‘nasıl bir dünya’ değil, ‘nasıl değişen bir dünya’dır. Paranın daha çok paradan kazanıldığı bir zemin, her şeyin sanal aleme taşındığı bir iklim, tek bir meslek ya da ürünle kazanılamayacak hayat, sürekli yenilenmenin zorunlu, rekabetin daha da yoğun olduğu bir süreç, aklın sınırlarının zorlandığı bir sistem ve kaotik yapılar bizi bekliyor olabilir.
 
Quantum fiziği, noktasal değil, ağ mantığı ile düşünmek, gelecek bilgisi ile karar vermek, sürekli yenilenme ve sürekli artan verimi hedeflemek, sentez çağına geçiş, network dışsallıkları, yapay zeka ve algoritmik sistemler ile inovasyon, bu paradigmal dönüşümün unsurları/ sonuçları olacaktır.”   
       
Prof. Dr. Yaşar Uysal’ın sunumunun tamamına
 
 
linkinden ulaşabilirsiniz.
 
 

 

Diğerleri

İAOSB Yerleşim PlanıİAOSB MedyaİAOSB Haber DergisiİAOSB Tanıtım FilmiİAOSB Dosya İndir