İzmir Atatürk Organize Sanayi Bölgesi
Adres: M. Kemal Atatürk Bulvarı No : 42 35620 Çiğli / İZMİR

Telefon::(232) 376 71 76
Faks::(232) 376 71 00

Harita

Beş Personelle 40 Bin Hastaya Bakan 'Gariban Müslüman' Hastanesi

Dünya tarihine adını yazdıran Osmanlı Devleti’nin, görkemli imparatorluk günlerinden her geçen gün biraz daha uzaklaştığı zamanlardı. Avrupa’nın önde gelen ülkelerine ‘kültür, sanat, edebiyat, mimari, sağlık’ konularında rol model olan bu büyük devletin halkı, imparatorluğun kendisi gibi gerilemeye başlamış, yaşadığı ülkede yabancılardan daha az değer görür, daha az olanağa sahip olur hale gelmişti…
 
‘Her şeyin başı sağlık’ deriz demesine ya, 17. yüzyılda Osmanlı’nın önde gelen kentleri arasında yer alan İzmir’de yerli halka hizmet verecek bir hastane bulunmuyordu. ‘Hiç mi yoktu?’ derseniz, işte orada şaşırtıcı cevabı alırsınız. Elbette ki vardı. İngilizlerin, Rumların, İtalyanların, Hollandalıların hatta İsveçlilerin bile ‘İzmir’de’ yaşayan kendi vatandaşları için hizmet veren hastanesi vardı, bir tek Türklerin yoktu…
 
Zaman öyle bir zaman ki salgın hastalıkların baş gösterdiği, çözüm bulunamayan illetler yüzünden anaların evlatlarını sırasıyla toprağa verdiği bir dönem. Yukarıda bahsettiğimiz hastanelere gitmek zorunda kalan halk, muayene olabilmek için bir yandan hastalığı ile diğer yandan bürokratik engellerle mücadele ediyordu.
 
İkinci Mahmut’un yardımlarıyla Türklere ait ilk hastane, 1829 yılında askeri bir hastane olarak kuruldu. Kuruldu kurulmasına ya, o da yalnızca askerlere yönelik hizmet veriyordu. ‘Sivil halk ne zaman ‘ben geldim’ diyerek bir hastanenin kapısını çaldı?’ derseniz, o da askeri hastaneden tam 22 yıl sonra, İngilizlerin bağışladığı arsa üzerine 1851 yılında ‘Guraba-i Müslimin’ (Gariban Müslüman) adı ile kurulan hastane ile gerçekleşmiş oldu.
 
İlginçtir; 3 kattan oluşan, 60 yatak kapasiteli hastanenin ilk çalışanları toplam 5 kişiden oluşuyordu. Bir doktor, bir cerrah, bir katip, bir eczacı ve bir müdürden oluşan ekip, dönemin salgın hastalıkları başta olmak üzere diğer alanlarda hizmet vermeye çalışıyordu.
 
Vatandaşın ilk kez bürokratik işlemlerle uğraşmadan, kendi memleketinde ‘azınlık’ muamelesi görmeden gittiği hastane olan Guraba-i Müslimin, günde 100 hastanın derdine deva olmaya başladı. Bu, 5 kişiden oluşan ekibin yılda 40 bin hastaya baktığı anlamına geliyordu. Yalnızca İzmir’de ikamet edenlerin değil, Manisa’dan, Kütahya’dan, Denizli’den, Uşak’tan gelen hastaların da umut ışığıydı Guraba-i Müslimin… Dolayısıyla hastane, yerel olmaktan çıkarak bölgesel bir nitelik kazanmıştı.
 
Yıllar sonra gelen hastane, askere lojman oldu
Çok değil, kurulmasının üzerinden henüz 3 yıl geçmiştir ki Kırım Savaşı baş gösterdi. İngiliz askerler hastaneye el koydu ve hastaneyi lojman olarak kullandı. Haliyle, savaş bitene kadar hastane hizmet veremedi. Savaşın ardından tekrar kullanıma açılan hastane; günden güne büyümeye, faaliyet alanları daha kapsamlı hale gelmeye başladı. Yapıya yeni eklemeler yapıldı, yeni personeller alındı. Süreç içinde mescidi, imalathanesi, kileri, deposu, mutfağı, morgu, karantinası, ameliyathanesi derken büyüyen hastane, 1890’lara gelindiğinde artık gariban Müslümanlara yetmez hale geldi. Bunun üzerine kuzey-güney aksına kurulan hastaneyi paralel olarak kesen mevcut yapının paraleline iki bina daha inşa edildi. 1892 yılında tamamlanan ek binalarıyla hizmet vermeye devam eden hastane; yapılan bağışlar (devletin aldığı çeşitli vergilerin aktarılması-ör. Kantariye vergisi, cenazelerin defni gibi) ve kendi bünyesinde ürettiği gülsuyunun satışından elde edilen gelirlerle ayakta kaldı.
 
En zor operasyonlara başarılı imzaların atıldığı yer
Bina, dolayısıyla bakılacak hasta sayısı artar da personel sayısı artmaz mı? Beş kişilik ekibin sayısı günden güne artmaya başlar. Her ne kadar ‘Gariban Müslüman’lara yönelik bir hastane de olsa, çalışanları arasında Ermeni, Rum doktorlar  ve eczacılar, hastabakıcılar yer aldı. Belirli günlerde bedava muayene yapan doktorlar da çalıştı, maaşlı olarak tam gün hizmet verenler de.
 
1894 yılında artık bir eczanesi de olan Guraba-i Müslümin, aynı yıllarda yurtdışından getirilen teknik ekipmanlarla birbirinden başarılı operasyonların düzenlendiği bir hastane oldu. 120 yıl önce o dönemde yapılması oldukça güç olan böbrek ve mide, mesane, ur ameliyatları başta olmak üzere, birçok cerrahi müdahalenin gerçekleştiği hastanede ayrıca kadın doğum koğuşları da yer aldı. Kısacası 60 yataklı, 5 çalışanlı yola çıkan hastane, kurulduktan 50 yıl sonra, tıbbi tüm alanlarda müdahale yetkisi ve ekipmanı olan bir devlet hastanesi özelliğine kavuştu. Zaman zaman övgüler de aldı hastalara şifa olduğu,  iyi hizmet verdiği için. Bazen de eleştirilerin hedefi oldu, yetmediği ve az personelle hizmet vermeye çalıştığı için… İsmi 1913 yılında İzmir Memleket Hastanesi olarak değiştirildi.
 
Bodrum kattan gelen şifa
Gelelim hastanenin eczanesine; 1894 yılında hastaneye katılan eczanenin en önde gelen eczacıları arasında yer alan Süleyman Ferit, bodrum katta ürettiği ilaçlar ve bitkisel macunlarla doktorların yazdığı reçetelerdeki devayı hastalarla buluşturdu. Toplam 30 metrekarelik bir alanda gün geldi 40 eczacı bal yapan arı misali hızla ‘ilaç’ üretti.
Her türlü iç sıkıntısı, sinir bozukluğu ve bunaltıya iyi geldiği bilinen hafakan ruhu, balık yağları, çeşitli macunlar ve bitkisel içerikli ilaçların üretildiği eczane Türk edebiyatının önde gelen isimlerinden, tarihçi, köşe yazarı ve yazar Yaşar Aksoy’ u da hayata bağladı. Çok cılız ve bağışlık sistemi düşük bir çocuk olarak bu hastaneye başvuran Aksoy, eczanede hazırlanan macunları kullandıktan sonra ‘gürbüz’ bir hal aldı, hatta ‘gürbüz çocuk’ yarışmasında birinci oldu. Yaşar Aksoy, eczanenin ‘sağlık’ konusunda ne denli etkin bir rol oynadığını kendi cümleleri ile şöyle aktarır:
 
“Rahmetli annem, ‘Aç bakayım ağzını.. Bak, Ferit Dede’n verdi. Sana iyi gelecek.. Pehlivan gibi olacaksın’ deyip, çabucak ağzıma bir kaşık balıkyağını boşaltıverirdi. İnanır mısınız?.. Nasıl da kötü kokardı Norveç balıkyağı.. İçim bulanırdı.
 
Tam 60 yıl önceydi. 1948, 49, 50, 51 yıllarıydı.. Annem üzerime titrerdi. Ne yapsın? Sekiz ağabeyim ve ablam benden önce ölmüştü. Kimi defalarca düşükte yok olmuş, kimi birkaç dakika, kimi bir saat, kimi bir gün yaşamıştı.
Tarih öğretmeni annem 40 yaşını aşarken son kez bana hamile kalmıştı. ‘Hocanım doğuramazsın, bağların tutmaz, ölürsün’ demişti İzmir’in doğum doktorları. Ama annem inat etmişti, direnmişti. Milli Eğitim’den izin almış, 8 ay sırtüstü yatmış ve bana hamileyken ismimi ‘Yaşar’ koymuştu.
 
Annem üzerime titrerdi, güçlükle doğurduğu bana büyük aşk beslerdi. Her an ölecekmişim gibi gözü hep üstümdeydi. İki haftada bir Şifa Eczanesi’ne gider, Ferit Dede’ye görünürdük.
 
Karşıyaka’dan vapura binerdik. Püfür püfür imbat içimizi okşardı. El ele tutuşur vapurdan inerdik. Saat Kulesi, Hükümet Konağı, Kemeraltı derken Şifa Eczanesi’nin kapısından adımımızı içeri atardık. Eczaneydi ama üst katında Ferit Dede’ye bağlı doktorlar hasta bakarlardı. Tezgah başında havanlarda hep eczaları döven amcalar vardı. Ceviz camlı dolaplara, porselen ecza kavanozlarına hayran hayran bakardım.
 
Ferit Dede, beni avuçları ile kucaklar, ince kemiklerimi kontrol eder, ateşime bakar, dilimi ve hep şişen bademciklerimi inceler, baskülde tartar, boyumu ölçer ve sonra anneme dönüp:
‘Hocanım, balıkyağına devam!..’ derdi..
 
Ferit Dede’nin ağzından ‘Kalsiyum iğneleri de gerekir’ cümlesi de çıkacak diye ödüm kopardı. Ahh bilseniz, Ferit Dede’nin kabadan vurulan kalsiyum iğneleri nasıl da canımı yakardı. Şırıl şırıl ağlardım.
 
Böylece dört yaşından sonra irileşmeye başladım. Şifa Eczanesi’nin balıkyağları, Şifa vitamin hapları, Ferit kuvvet şurupları, kalsiyum iğneleri, çeşitli aşılar ve Ferit Dede’nin o hep gülümseyen aziz yüzü…
 
Ölecek diye beklenen çocuk ne oldu biliyor musunuz? Beş yaşına gelince Fuar-Kültürpark’ta düzenlenen 23 Nisan Çocuk Balosu’nda tüm okulların katılımıyla yapılan ’Gürbüz Çocuk Yarışması’nda birinci oldum. Hem de 3 yıl daha, arka arkaya hep birinci oldum.
 
Bu Gürbüz Çocuk yarışması şişman ve obez çocuklar için değildi. Boyu, kilosu, kemik ve et yoğunluğu yaşına göre belli ölçüler içinde dengeli olan, kuvvetli ve dinamik çocuklar katılırdı yarışmaya.
 
Birinci geldikten sonra gider, Ferit Dede’nin elini öperdik. Şifa Eczanesi’ni ve içindeki uzun boylu, nur yüzlü, hep gülücükler saçan Ferit Dede’yi nasıl unuturum? O balıkyağlarının tadı şu an hala dilimde. Ama bu kez acı değil. Şeker gibi, lokum gibi tatlı bir his var dilimin ucunda.”
 
İşgal kuvvetleri ekipmanları yağmalar
Kurulduğu günden itibaren badireler atlatmaya bağışıklık kazanan hastane, Kurtuluş Savaşı yıllarında işgal kuvvetlerinin yağmasına maruz kaldı. Düşman askerleri, işgal yıllarında lojman olarak kullandığı, yalnızca kadın doğum koğuşlarının aktif olarak hizmet verdiği hastanenin önde gelen ekipmanlarını alarak kendi ülkelerine götürdü.
1954 yılında ‘Guraba-i Müslimin’ adını geride bırakan hastane, İzmir Memleket Hastanesi ismini aldı.  Binadaki tüm evraklar, ekipmanlar, malzemeler 1980’li yıllarda Atatürk Eğitim Hastanesi’ne taşındı. İzmir Memleket Hastanesi, 1980’lerden itibaren yalnızca kadın doğum hastanesi olarak hizmet vermeye devam etti. Doğumdan çok, kontrollerin ön planda tutulduğu hastaneye ‘doğum’ talebi ile yatan hasta sayısının azalmasına bağlı olarak ameliyathaneler kapatıldı ve yalnızca ayaktan tedaviye yönelik hizmet verilmeye başlandı.  
 
Bugün binanın alt katında kadın doğum polikliniği, Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne bağlı olarak hizmet veriyor. Üst katlarda ise İzmir Kuzey Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreterliği’nin hizmet ofisleri yer alıyor.
 
İlk Türk Başhekimi: Mustafa Enver
Geçmişe ait bilgileri aktarmaya çalıştığımız hastanenin diğer öne çıkan özelliklerine değinelim biraz da. Hastanenin tarihini anlatırken belirtmiştik, Rumların, İngilizlerin, İtalyanların hatta Hollandalıların bile hastanesi varken, Türklere yönelik bir tane hastane bulunmamaktaydı. Dolayısıyla Türk doktorlar da yoktu. Yabancıların ‘Türklerden doktor çıkmaz’ sözüne inat Mustafa Enver doktor olarak Guraba-i Müslimin hastanesinin başhekimliğine kadar yükseldi. 1879-1923 yılları arasında hizmet veren Enver, hastanenin birçok alanda faaliyet gösteren, operasyonlara imza atan, başarılı bir kurum olması yolunda ilerlediği yolun başrol oyuncusu olmuştu.
 
Restorasyonun ardından gelecek ‘tıp müzesi’ için kollar sıvanacak
Kuruluş amacından atlattığı badirelere kadar farklı bir hikayeyle donatılan hastanenin mimari yapısı da görülmeye değerdir. Kuzey-güney aksı üzerinde bir bodrum kat ve bu aksa paralel, doğu batı yönlü, 2 katlı 3 bloktan oluşan hastane, toplam 6 bin metrekare alana sahip. Yer karoları, döşemeleri, yüksek tavanı, muhteşem mescidi, varaklı sütunları ile hayranlık uyandıran binanın orta karo süslemeleri Fransa’dan getirtilmiş. Tavan süslemeleri ile göz dolduran yapı, bir buçuk metrelik duvarları ile de ön plana çıkıyor. Bir sarayda dolaşıyormuş havasını yakalayabileceğiniz hastane, önümüzdeki dönemde farklı projelerde yer almayı planlıyor. Geçmişten bugüne tıp tarihine ışık tutmaya hazırlanan bina, kültürel alanda kente katkı sağlamak için restore edilmeye ve sanatsal etkinliklerine ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor. 
 

Diğerleri

İAOSB Yerleşim PlanıİAOSB MedyaİAOSB Haber DergisiİAOSB Tanıtım FilmiİAOSB Dosya İndir