İzmir Atatürk Organize Sanayi Bölgesi
Adres: M. Kemal Atatürk Bulvarı No : 42 35620 Çiğli / İZMİR

Telefon::(232) 376 71 76
Faks::(232) 376 71 00

Harita

İAOSB'de Satın Almadan Tedarik Zincirine Uzanan Süreç Ele Alındı

İzmir Atatürk Organize Sanayi Bölgesi seminerleri kapsamında düzenlenen “İşletmecilikte Satın Alma Yaklaşımından Tedarik Zinciri Yönetimine Geçiş” konulu bilgilendirme toplantısı, Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İşletme Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Engin Özgül’ ün katılımıyla Atatürk Toplantı Salonu’nda gerçekleştirildi.
 
Tedarik zinciri yönetimine geçişte sanayi uygulamalarında görülen ilişki biçimlerinin, nasıl evirildiğini yönetimsel bakış açısıyla değerlendiren Özgül; tedarik zinciri yönetimi perspektifi, işletmeler arası ilişki biçimlerinin tedarik süreçlerine etkileri, modern işletmecilik yaklaşımı, işletmeler arası ilişkilerde güven, güç ve bağımlılık ilişkilerini detaylandırarak anlattı.
 
Günümüzde tedarik sürecinde karşılıklı verilen sözlerin tutulmamasının ‘işletmecilik krizi’ olarak değerlendirildiğini ve özellikle dış kaynak kullanımının yoğun olduğu sektörlerde satın alma boyutunun kritik bir öneme sahip olduğunu belirten Özgül, neredeyse tüm ürünlerini tedarik yoluyla elde eden işletmelerin, özellikle mali yüklerinin çok daha fazla olması nedeniyle, günlük operasyonlarının ciddi şekilde zarar gördüğünün altını çizdi.
 
Temel işletmecilik çarkının basit olduğu kadar aynı zamanda karmaşık bir süreç olduğuna dikkat çeken Özgül konuyla ilgili sözlerini şöyle sürdürdü:
 
“İşletmecilik 1800’lü yıllarda da böyle yapılıyordu. O zaman da bir şeyler üretiyor ve ürettiğimiz şeyleri birine veriyorduk. Şimdi her işin ve işletmenin; kar, büyüme, sürdürülebilirlik, sosyal fayda ve bunun gibi içsel amaçları var. Biz dünyanın Meksika ve Hindistan’dan sonra en materyalist üçüncü ülkesiyiz. Türkiye gelişmekte olan ancak gelişemeyen bir ülke olduğundan, bu grupta yer alıyor. Materyalizm yaşam amacını maddi birikimle açıklama fikridir. Bu fikir kiminde yüksek, kiminde ise düşüktür. Biz her şeyi parayla açıklıyor, temel amacımızı bu olarak belirliyoruz. Örneğin işletmeyi para kazanmak için kuruyoruz. Ancak para kazanmak için ne yapıyoruz? Bir mekanizma üretiyor ve ortaya bir değer üretiyoruz buna da ürün ya da hizmet diyoruz. Bu döngünün sonunda bir takım gelirler elde ediyoruz ve bu gelirlerin bir kısmı kara, bir kısmı o kardan büyümeye ve bir kısmı da sürdürülebilir ilişkiye dönüşüyor. Dolayısıyla odaklandığımız şey para olunca, değer burada ikinci öncelikli konu haline geliyor.”
 
Paraya odaklandığımız sürece değer yaratamayız
 
Modern işletmelerin nasıl yol aldıklarını da irdeleyen Özgül, Türkiye’nin diğer gelişmiş ülkelere göre değer yaratma konusunda gerekli önemi göstermediğine dikkat çekerek; “İşletmeler parayı tedarikçilere, ortaklara, bir miktar çalışanlara ve göremedikleri doğaya dağıtmak için kazanıyorlar. Doğa denince bir paydaş gözükmüyor ancak çevre felaketlerini yaşamamız önemli bir durum. Bizden sonraki neslin ciddi kaygıları var. Biz bunu küresel ısınma diye adlandırıyoruz. Maalesef ki doğayı kirleterek bir şeyler üretmek sürdürülebilir bir işletmeciliği de beraberinde getiriyor.  Bizler bir iş modelini kurduğumuz zaman öncelik sırası belirlememiz gerekiyor. Örneğin önceliğiniz müşteri olsun. Bütün organizasyonları sağlamak müşteri bağlılığını arttırmaya ve onları tatmin etmeye yarar. Ancak bu müşterinin yanı sıra sahiplerinin ve çalışanlarının da tatmin edilmesi gerekir. İşte işin modern tarafı da biraz buraya dayanmaktadır. Türkiye’de 3 milyon 400 bin civarında işletme var ve yarattığı değer 820 milyar dolar. Kişi başına düşen gelir ortada. Bizim işletmelerimizin yarattığı değerde ciddi bir sorun var. Almanya’da ki işletme sayısı 3 milyon 450 bin dolaylarında ve ürettiği gayri safi milli hâsıla Türkiye’den dört kat daha yüksek. Daha az çalışıyor, daha az üretiyor ama daha kalıcı bir ekosisteme sahipler. Türkiye’de işletmeler kuruluş amacı da dâhil olmak üzere hatalı bir takım dağıtım işlerine giriyor ve müşteriyi öncelikli tutuyor. Kar elde edemiyor çünkü sermaye sahibini önceliyor. Burada çalışanları da düşünürsek birbirleriyle çatışan amaçların ortaya çıktığını görürüz. Çünkü herkes kendi pastasını büyütmeye uğraşıyor. Gelişmiş ülkelerin bizden daha ileri seviyede olmalarının sebebi de bizim paraya odaklanmamız ve değer yaratamıyor olmamızdır. Dolayısıyla bakış açımızı değiştirmemiz gerekir” dedi.
 
Tekil hareket edenler toplu yol alanların ağırlığında eziliyor
 
Günümüzde büyüme ve sürdürülebilirliği amaçlayan işletmelerin sayısının arttığını ancak bu durumun da işletmenin yok olma oranını yüzde 70’lere çıkardığını söyleyen Özgül, tekil hareket eden işletmelerin değer yaratmaya çalıştığı zaman toplu hareket eden işletmeler altında ezildiğini vurguladı. Tedarik zincirine bu açıdan bakılmasının daha doğru bir adım olacağına dikkat çeken Özgül, işletmelerdeki çatışma konusunun düzgün işletmecilik kavramından geçtiğini söyleyerek, çözümün “değer pastası” olduğunun altını çizdi. Paydaşlar için yaratılan değerin büyütülmeden adım atılamayacağını belirten Özgül sözlerini şöyle sürdürdü:
 
“Organizasyonda yapısal, taktik ve stratejik olmak üzere tüm düzeylerde bir takım değişikliler yaratmadan bu sorunları çözemeyiz. Bir malı satın alırken yaptığınız pazarlıklarda, tedarikçiyi seçerken yaptığınız faaliyetlerde hep daha iyisi daha fazlası olsun diye sürekli bir müşteri gibi davranıyorsunuz. Diğer taraftan da işin tarafında satıcı gibi davranmanız gerekiyor. Ortada bir ara bulucu gibi çalışıyorsunuz. İşletme içerisinde onu iyi takip etmeniz, ürünü düzenli olarak verilen terminlerde teslim etmeniz gerekiyor ki iş yürüsün. Diğer taraftan kaliteli ürünü ucuza almalısınız. Bu bitmeyen bir rekabet sürecidir. Ancak bildiğiniz üzere yaşam süreleri kısalıyor ve gelişmiş ülkelerde yaşam sürelerinin kısalmalarına karşılık nasıl bir işletme şekli oluşturabiliriz ve buna ilişkin neler yapabiliriz? soruları gündemde. Çünkü eskiden 20 sene piyasada kalan bir ürün şimdi 2 sene 3 sene durabiliyor ve sürekli yeni ürünler piyasaya giriyor. Dolayısıyla nitelik süreleri de kısalmış oluyor. Teknoloji değiştikçe iş birliklerimizde fazla dayanıklı olmuyor. Herkes kendi karını maksimize etmeye ya da kendi çıkarını gözetmeye çalışıyor. Bu durumda ciddi toplumsal sorunlar haline geliyor. Türkiye olarak ürettiğimiz ürünün parasını hemen elde etmek istiyor, faydasını hemen görmek istiyoruz. Maliyetlerine katlanmadan sonuç bekliyoruz. Bu sebeple değer yaratamıyor ve uzun soluklu ilerleyemiyoruz. İşletme yöneticiliği aslında bir şeyi öngörebilmek ve gelecekte yapılacakları bugünden planlama işidir. Daha çok kısa vadeli maliyetlere katlanıp orta ve uzun vadede para kazanma işidir. “Rekabirlik” gibi bir kavram ortaya çıkmaya başladı. Bu kavramda işbirliği ve rekabet bir arada. Bu kavrama dahil olabilmeniz için uzun dönemli iş birliği yapma pratiğine sahip olmamız gerekiyor ki yan rakiplerimizle işbirliği yapabilesiniz. Bir de “just in time” kavramı var, tam zamanında üretim anlamına geliyor. Üretelim, üretimle satış birbirine senkronize olsun, tedariki tam zamanında yapalım, stoklarımız azalsın, hammadde azalsın vs. dahası yönetebilmek için zaman ayıralım. Stoğa bağladığımız maliyeti daha katma değeri yüksek olan alanlara ayıralım.  Bu uygulamayı aslında bugün işbirliği anlayışını tek başına değil de birden fazla üye ile paylaşmayı yaparsak uygulayabiliyoruz”.
 
Bilen işletmenin değişim kaygısı olmuyor
 
Personel güçlendirmek, kıyaslamak, küçümsememek, şebeke organizasyonlar ve öğrenen organizasyonların da tedarik zinciri yönetimiyle doğrudan ilişkili olduğunu belirten Özgül; “Şimdi öğrenen olabilmeniz için değişim kabiliyetimizin yüksek olması gerekiyor. Biz işletmeleri klasik 4 gruba ayırıyoruz; bilen işletmeler, anlayan işletmeler, düşünen işletmeler ve öğrenen işletmeler. Biz daha çok bilen taraftayız. Bilen işletmenin değişim kaygısı olmaz. Zaten yirmi senedir o işi yapıyordur nasıl yapılması gerektiğini de biliyordur. Dolayısıyla değişmez, değişme olmayınca da o öğrenme, piyasayla olan etkileşim, çıkan yeni bilginin işletmeye nasıl adapte edileceği ile ilgili bir kaygıda orada üretilmez.  Şebeke organizasyonlar tedarik zinciriyle doğrudan bağlantılıdır.  Firmanın iş prosedürlerine tedarik zincirini entegre edebiliyor muyuz, buna bakmak gerekiyor. Daha stratejik konularda tedarik zinciri üyeleri ile birlikte yeni ürün geliştirebiliyor muyuz? Mevcut sorunlardan yola çıkarak bir takım değişim hareketlerini başlatabiliyor muyuz? Bu alanlarda Ar-Ge’den yararlanabiliyor muyuz? Bunlara yönelmemiz gerekiyor ki amacımıza ulaşabilelim.”
 
Türkiye’de tedarik zinciri konusunda rol model olacak örneklerin sınırlı sayıda olduğuna dikkat çeken Özgül, örnek alınan ülkelerin sistemini anlayarak, hızlı ürün ve nitelikli elaman konusunda odaklanılması gerektiğini söyledi.
 

Mart 2018

Diğerleri

İAOSB Yerleşim PlanıİAOSB MedyaİAOSB Haber DergisiİAOSB Tanıtım FilmiİAOSB Dosya İndir